İşte Beşiktaş'ın Efsane Kalecisi Jaroslaw Bako

Gazeteci, yazar, araştırmacı Andrew Simes, Beşiktaş'ın unutulmaz kalecisi Jaroslaw Bako ile konuştu.

Gazeteci, yazar, araştırmacı Andrew Simes, Beşiktaş'ın unutulmaz kalecisi Jaroslaw Bako ile konuştu.... İşte bu ilgi çekici röportaj... 

Beşiktaş’ın namağlup şampiyon olduğu 1991-1992 sezonunda Siyah-Beyazlı takımın kalesini koruyan koruyan Jaroslaw BAKO’yu memleketi Polonya’da buldum. Halen futbolun içinde olan efsanemize yıllar sonra merak edilen soruları yönelttim. Yatmadan kurtardığı şutlarla, ceza sahasına yapılan neredeyse her ortayı almasıyla ve rakip oyuncuyla karşı karşıya kaldığı pozisyonların çoğunu kurtarmakla Beşiktaş tarihine ismini yazdırdı. Soğuk görünüşü ile tanıdığımız Bako’nun, sorularıma cevap verirken hiç bu kadar sıcak kanlı olacağını beklememiştim…


Andrew Simes: Sırayla başlayalım isterseniz, bize çocukluğunuzdan ve futbola başlangıcınızdan bahseder misiniz?

Jaroslaw Bako: Olsztyn’de doğup büyüdüm. Sovyetler Birliği altında olmamıza rağmen, ailem evde bunu yansıtmamaya çalıştı. Çocukluğum hep mutlu ve spor dolu geçti. Yüzme, koşu ve en son olarak futbol dallarında spor yaptım. O zamanlar futbol okulları yoktu. Her çocuk gibi futbolu sokakta öğrendim. Sadece futbolu değil, arkadaşlığı da burada öğrendim.         

Nitekim sokaklarda beraber oynadığım en yakın arkadaşım, Stomil Olsztyn tarafından seçilince, günün birinde kaleciye ihtiyaç duyduklarını iletti bana. Bu şekilde başladı her şey. 18 yaşındayken, Stomil Olsztyn altyapısından Lodz takımına transfer oldum ve genç yaşıma rağmen üç sezon kaleyi devraldım. Ümit milli takımında da iyi performans gösterip dikkatleri üzerime çektim.

Daha sonra askerlik yüzünden iki sene futboldan uzak kaldım. Profesyoneller anlayacaktır, iki senelik boşluk sonrası spora dönmek çok zordur ama bunu bir şekilde başardım. Vatani görevimden döndüğümde tekrar Lodz ile maçlara çıktım ve gösterdiğim performans ile Zaglebie Lubin’e transfer oldum. Burada ilk sezonumda şampiyonluk yaşadım.


AS: Beşiktaş’ımıza geliş süreciniz nasıl ilerledi? Geldiğinizdeki ilk izlenimlerinizi aktarabilir misiniz?

JB: Aslında nasıl ilerlediğini tam olarak ben de bilmiyorum! Sanırım antrenörümün Türk bağlantıları vardı. Fenerbahçe dünyanın en önemli kalecilerinden Toni Schumacher’i almıştı ve bu yüzden oynadığı iki sezon boyunca Engin İpekoğlu Beşiktaş’a gelmişti. Schumacher ülkesine dönünce, Engin de Fenerbahçe’ye dönmüştü ve Beşiktaş’ın kalesi boştaydı. Görüşmeler çok kolay geçti, transferim iki günde bitiverdi.

İlk geldiğimde tam anlamıyla bir kültür şoku yaşadım. Sosyal anlamında İstanbul’da kendimi kaybolmuş gibi hissettim. Bu kaybolmuşluğun arasında trafik sıkıntısı ve gürültü çok korkunçtu. Polonya’da hayat daha sakindi. Sportif anlamda da şunu söyleyebilirim, futbol Türkiye’de bir din gibi. O derece ki, şunu söyleyebilirim, Polonya’da Hristiyan’dım, Türkiye’de Beşiktaşlıydım.

Neyse ki bu kaosun içinde İdris Park yakınlarında Boğaz manzaralı mütevazi bir evimiz vardı. Kızım ile parka gidip oynayabiliyordum.


AS: Herkesin merak ettiği bazı sorular var, onları hemen aradan çıkarmak istiyorum. Boyunuz tam olarak kaçtı? Maçlara neden şort yerine eşofman altıyla çıkıyordunuz? İsminizin göğüs reklamımız BEKO ile benzer olması size garip geldi mi?

JB: Boyum 1.99’du ama yaşlandığımdan üç santim kısaldım. 46 numara ayakkabı giyiyorum hala.

İki dizden ameliyat geçirdim ve dizlerimi korumam gerekiyordu. Ekstra koruma sağladığı için eşofman altı giyiyordum hep.

BAKO-BEKO olayını hiç sormayın. İlk geldiğimde bana forma verdiler ki ne göreyim BEKO yazıyor üstünde. Hemen geri verip “İsmimi yanlış yazdınız.” dedim. Sonra işin aslını öğrenince utancımdan yerin dibine girdim.


AS: Beşiktaş’ımızda oynadığınız zamanları anlatır mısınız? Oynadığınız iki sezonda, sezon başı sadece 20 gol yediniz. Namağlup kalecimiz olma başarına sahipsiniz. Bunlara değinir misiniz?

JB: Sezona iyi bir başlangıç yapamadık. İlk turda PSV’ye karşı yenilip Avrupa’dan elendik. Ligde 6-7 maçı çok iyi oynamamıza rağmen yenilmedik ve daha sonrasında toparladık. Her maç özgüvenimiz daha da arttı. Gücümüz ve inancımız çığ gibi büyüdü. Bunda Gordon Milne’in karakteri ve yaklaşımı çok önemliydi. Hiçbir zaman telaş yapmadı. “Sisteme güven” derdi, klasik İngiliz’di. Bu şekilde ilk sezonumda namağlup şampiyon olduk ve bu inanılmaz bir duyguydu. Namağlup demek mükemmelliğe ulaşmak demek ve kimse bizden bunu alamayacak. Tarih yazsın, 90ların başında birkaç genç mükemmelliğe ulaştı.

İkinci sezon yine yarışın içindeydik ve sonuna kadar götürdük. Herkesin malumudur, Galatasaray’ın son Ankaragücü maçı… Ama ondan öncesi şunu söylemek istiyorum, hala öyle mi bilmiyorum ama orada olduğum sürede rüzgâr esse veya biri hapşırsa Galatasaray’a penaltı çalınıyordu. O şekilde onlar da son haftaya kadar başa baş geldiler. Aramızdaki son derbide kariyerinde penaltı kaçırmayan Götz’ün penaltısını çıkardım. Ondan sonrası olanlar zaten futbol değil.


AS: O zamanki takımımız için “Kolej havası” tabiri çok kullanılır. Sizce, takımdaki atmosfer ve arkadaşlık nasıldı?

JB: Çok güzel bir ortam vardı. Yabancılara bugün var, yarın yok diye bakılır ama Beşiktaş’ta öyle değildi. Hemen Ulvi, Kadir, Recep, Gökhan ile yakınlaştık. Zaten bana en yakın oynayan onlardı! Rıza kaptan herkes ile iyi geçinmesi bilirdi. Polonya-Türkiye maçlarındaki dostluk ortamına bile yansımıştı arkadaşlığımız. Takımdan ayrıldıktan sonra bile devam etti arkadaşlıklar. Düşünün bugünlerdeki teknolojiye rağmen, bir SMS bile atmayı çok gören futbolcular var ama o günlerde takım arkadaşlarım postaneye gidip telgraf veya kartpostal atıyordu.

Hiç unutmam, antrenör olduktan sonra takımımı kamp için Alanya’ya götürmüştüm. Bunun haberini alan Metin, beni arayıp bir ihtiyacım olup olmadığını sordu.


AS: Ayrılma sebebiniz neydi?

JB: Aslında çok açık değil. Lig bitti, tatil için ülkeme döndüm ve doğru dürüst evden bile çıkmadım çünkü sürekli telefonun başucunda yeni sözleşme için haber bekledim. Keşke o telefon çalsaydı. Başka kaleciler ile anlaşıldığını görünce, ben de gelen diğer teklifleri kabul etmek zorunda kaldım. Önce Polonya’da kaldım, sonra İsrail’e gittim.




AS: İnönü ve Vodafone Arena statlarımız ile ilgili düşünceleriniz nedir?

JB: Manzara kelimesine hakkını veren bir stadımız vardı. O zamanlar için modern bir stattı, ve hep dolu olurdu. Vodafone Arena’nın inşaatını kurulan web kamerasından takip ettim. Hem üzüldüm hem heyecanlandım. İçimden bir parça koptu ama Beşiktaşlılar için çok sevindim. Çünkü onlar Türkiye’de gittiğim onca deplasmana rağmen, gördüğüm en iyi taraftarlardı. Onlarla hem saha içi hem de saha dışı şampiyonuz.


AS: Büyük başkan Süleyman Seba ve güzel insan Süreyya Soner’le beraber çalıştınız, onları anlatır mısınız?

JB: Süleyman Seba’yı çok az görürdük. Fazla karşılaşmazdık. Bilin ki eğer kendini belli ediyorsa ya durumlar çok kötü ya da çok iyi; ya tembih ya da tebrik için gelmiştir. Süreyya harika bir insan çünkü hayatını Beşiktaş’a adamış. Yabancı oyuncular yabancılık çekmesin diye ekstra yardımcı olurdu. Saha dışı çok vakit geçirdik beraber.


AS: Türkiye’de başınızdan geçen komik bir olay var mı?

JB: Kızım Alexandra orada doğdu. Taraftarlar ismini “kartal” koymam için çok bastırdılar!


AS: Buradaki günlerinizden en çok neyi özlüyorsunuz?

JB: Yemekleri, iklimi, denizi tabii ki özlerim ama en çok taraftarları… Beşiktaş’ın kampa gelen seyirci sayısı Avrupa’da bazı takımların maçlarına gelen seyirci sayısından fazla!


AS: Hatırladığınız Türkçe kelimeler var mı?

JB: Merhaba, nasılsın, teşekkürler, Kaleci Bako!


AS: Türkiye’ye dönme fırsatınız oldu mu? Sizi hatırlayanlar oldu mu burada?

JB: Tabii tatillerde geldim ve tanıyan çok oldu. Plajda güneşleneyim derken, Beşiktaşlılarla sarılmaktan bembeyaz kaldım! Zaten iki metre boy ile hemen kendimi belli ediyorum, hemen fark ediyorlar beni.


AS: Beşiktaş’ımızı takip ediyor musunuz? Beşiktaş’tayken giydiğiniz formayı saklıyor musunuz?

JB: Tabii son yıllarda Avrupa’da Türkiye’yi neredeyse tek başına temsil ediyor Beşiktaş ve bu yüzden birçok maçını seyrediyorum. Ayrıca Beşiktaş sitesi de favorilerimde kayıtlı. Beşiktaş formamı elbette saklıyorum.




AS: Kısaca milli takım performansınızı da sorabilir miyim?

JB: 35 defa Polonya milli takım formasını giydim. Wembley’de İngiltere’ye karşı oynadığımız maçı unutamam, 3-0 kaybetmemize rağmen. Trabzon’da Türkiye milli takımına karşı oynadık ve havalimanında mahsur kalmıştık!


AS: Size takılan bir lakap var mıydı?

JB: Baks ve Bakove var. Çok ciddi görünüp fazla gülümsemediğimden, ironi olsun diye bana Colgate diye lakap takanlar oldu. Eşim de hem fikir bu konuda.


AS: En sevdiğiniz oyuncu kimdir?

JB: Kendisi 12 yaşında olduğu zamanlardan itibaren takip ettiğim Messi tabii ki.


AS: Bugünlerde neler yapar Jaroslaw Bako?

JB: Evliyim, iki kızım, iki torunum var. Erkek torunum kalecilik yapıyor. Gdansk’ta kaleci antrenörüyüm.


AS: Son olarak Beşiktaş taraftarların bir mesajınız var mı?

JB: Anılar, destek ve sıcak karşılamanız için minnetlerimi göndermek istiyorum. Umarım bir gün yine karşılaşırız. İnşallah şampiyon Beşiktaş!





EN ÇOK İZLENEN VİDEOLAR
youtube kanalımıza abone olun





Kişisel verileriniz Şirketimiz tarafından farklı kanallar veya ilgili mevzuat kapsamında kamu veri tabanları üzerinden ve farklı hukuki sebeplere dayanarak; sunduğumuz ürün ile hizmetleri sağlamak, geliştirmek ve ticari faaliyetlerimizi yürütmek amacıyla toplanmaktadır.

KABUL EDİYORUM ÇEREZ POLİTİKASI